Hasret – Canan Tan


Hasret

“Acı çekmenin analara mahsus olduğu düşünülür nedense. Babalar dertlerini, tasalarını, onulmaz acılarını yüreklerine gömüp dillendiremedikleri için belki…”

Bir Canan Tan kitabı okumuş olacağım aklıma gelmezdi. Onun yazdıklarının, ya kitap kapaklarının tasarımından ya da romanlarına vermiş olduğu isimlerden dolayı, liselilere hitap eden sığ aşk romanları olduğunu düşünürdüm.

Ve bir anda Canan Tan algısı bende şu başlıklar ile değişti: Bir gazetenin pazar eki… onunla yapılan röportaj… babamın o röportajı okuması… son kitabı Hasret… Keskin’in mübadele yılları ve Bursa kitap fuarı…  

Bir pazar günü kendimi, elimde fuardan almış olduğum “Hasret” kitabını yazarına imzalatmak için uzun bir kuyrukta bekliyor buldum.

Keskin’i merkezine almış romanı, Keskin Lisesi’nin eski müdürüne, babama hediye etmek istemiştim. Ve Canan Tan ile yaptığımız kısa bir muhabbet sonrası “Bir Keskin romanında buluşmanın mutluluğu ile…” kendi romanını imzalayıp bana uzattı.

*

İlk okulu Kırıkkale-Keskin’de okumuştum ve ilk okul öğretmenim Keskin’in aslında  eski bir Rum kenti  ve isminin de Maden olduğunu söylerdi. Kırıkkale’nin henüz olmadığı Cumhuriyet öncesi yıllar…  

Kurtuluş Savaşı sonrası Türk-Yunan nüfus mübadelesinden nasibini alan yerleşkelerden birisi de Keskin oluyor.  

Bildikleri tek dil Türkçe olan Rumlar doğup büyüdükleri topraklardan bir daha dönmemek üzere ayrılıyorlar; ve tabi ki diğer taraftan artık Yunan olan toprakların Türkler’i, aslında memleketleri olan o toprakları bırakıp Türkiye’ye geliyorlar.

“Önce suskunluk sarar doğanın bedenini. Yeşile çalan gözlerin elaya dönüştüğü mevsimdir eylül. Altın kızılıyla sarının binbir tonuna açılmış kocaman bir kucaktır. Üzümdür, bağbozumudur.”

Nice dramlar yaşandı şüphesiz. Hasret ile bunlardan birisini, Keskin’in tanınmışlarından Haci Ali Bey’in oğlu Tacettin ile bir Rum kızı Patricia’nın ayrılık hikayesini okuyoruz.

İlk bölümde Keskin’de büyüyen sevdanın çok sıradan bir anlatısı var. Bir Türk filmi gibi, sıradaki sahnenin ne olacağını tahmin ettiren bir kurgu ile sayfalar ilerliyor. Bir de ilk kez okuyor olduğum Canan Tan’ın cümle kurguları romandaki derinliği yakalamam noktasında maalesef bana yardımcı olmuyor. Çok sık kurulan devrik cümleler, neredeyse üç dört cümleye bir sonlara eklenen özneler sanki kaliteyi biraz da eksiltiyor.

Bu kısımda beni romana bağlı tutan, tanıdığım Keskin’i okuyor olmak oluyor.

İlkinden daha kısa olan ikinci ve son bölümlerde ise anlatı daha hızlanıyor ve mübadelenin yaşattığı dramlar belirgin bir şekilde romana yansımaya başlıyor. Hasret bu bölümlerde kendini buluyor.

Kurgu vasatın çok üzerinde olmasa da yazarın karakter oluşturmalarını başarılı buldum. Rum anne Omorfia’nın yalnız ve güçlü yapısı, Fatiş Ana’nın törelere bağlı bir nevi ‘Devlet Ana’ kararları, Behire’nin modern yanı, Tacettin’in melankolik iç dünyası Canan Tan’ın anlatımlarıyla kare kare canlanıyor.

Romanın sonunu tahmin etmek zor değil. Ama normal sanırım, polisiye değil sonuçta anlatılan. Tarih ve dram.

“Güneş yorgun bedenini Keskin’in üzerinden sıyırıp dinlenmeye çekilirken…” cümlesi ile başlayan Hasret’ti okuduğum.

Hasret_Canan Tan

***

Yorum Yazmak İster misin?