Efsane – İskender Pala


Efsane - İskender Pala

Efsane, İskender Pala, Kapı Yayınları, 2013

İskender Pala bütün romanlarını okuduğum sanırım tek yazar. Bu durum onun tarzını çok beğeniyor olmamdan kaynaklanmıyor; galiba her defasında ne yazmış olabilir diye merak ediyorum. Bir de tarihe olan merakım baskın çıkıyor.

Yazdığı kitapların bende bıraktığı etki ise maalesef her yeni romanı ile daha da azalıyor. “Babil’de Ölüm İstanbul’da Aşk” zirveydi. Leyla ve Mecnun’un Fuzuli’de can bulan hikayesi. “Katre-i Matem” o zirveye yakın keyifle okuduğum ikinci romanıydı.

Efsane, Barbaros (barba rossa:kızıl sakal) Hayrettin Paşa romanı olma iddiası taşıyor. Romanın alt başlığı açıkça bunu dile getiriyor.

Anlatıcı ise romanın aslında esas kahramanı: Sidi Can, Seyyid Muradi, Saint Alkala, vs… Belki de ilk kopukluk burada başlıyor. Bir roman kahramanına ve üstelik bu uzun hikayenin anlatıcısına bu kadar fazla isim vermek neden! Yukarıda yazdıklarıma ilave de var. Okuyana kalsın.

Dediğim gibi roman, Barbaros’un değil Alkala’nın hikayesi aslında. Barbaros ise onun gel git dünyasında bir uğrak noktası, satranç partneri…

Endülüs’te dünyaya gelmiş bir Müslüman, Alkala. Toprakların kaybı ile bütün ailesi ortadan kaldırılınca Dejan Ojeda ismindeki bir papaz tarafından himaye ediliyor.

Beatrix, kaderi Alkala ile benzer. El diyarı olmuş Endülüs’ün gizli müslümanı. Nam-ı diğer Billure.

Romanın etrafında döndüğü hikaye, Alkala ile Billure’nin 1511 yılındaki tanışmaları ile başlıyor. Tanışmaları, gizli sevdaları, birbirlerine emanet ettikleri sözler, sırlar ve hediyeler… Sonrasında ayrılış, arayış ve bir türlü bir araya gelememe.

İskender Pala bunu her romanında yapıyor. Sevdalıları ayırıyor ve romanların merak noktasını iki ayrının nasıl bir araya geleceklerine dair kurguluyor. Divan edebiyatı geleneği sanırım ona bu ihtiyacı hissettiriyor. Her roman Leyla ve Mecnun prototipinde. Böyle olunca da etki her yenisinde daha da azalıyor.

İlerleyen sayfalarda, hiç hesapta yokken ve okuyucu olarak bende bu yönde bir beklenti de oluşmamışken, bir anda polisiye tadında bazı öyküler ortaya çıkıveriyor. Esrarengiz cinayetler ve bir seri katil arayışı… Efsane’nin Leyla ve Mecnun tadına bir miktar hareket getiriyor tabi bu durum. Ama bir de bakmışsın, romanın özü oluveriyor.

Muhteşem yüzyılın denizlerinde geçen romanda olmazsa olmaz Andrea Doria.  Şarlken ile Kanuni’nin mücadelesinde, bir tarafın Barbaros’u var ise diğer tarafta Doria…  Küçük çatışmalar ve romanvari atışmalar ile başlayan Barbaros, Doria mücadelesi tarihin en büyük deniz savaşlarından birisi olana Preveze ile sonuçlanıyor.

Barbaros’un içinde yaşadığı yüzyıl tarihin büyük isimlerinin de yüzyılı.

Doria’nın, Şarlken’in, Piri Reis’in kahramanımız Alkala’nın yoluna çıkmasını anlayabiliyorum ve hiçbir garipseme hissetmeden onların hikayesini okuyabiliyorum fakat Anne Boleyn’in Efsane’nin satır aralarında ortaya çıkması fazlasıyla yapay geliyor.

‘Benim tatlı, küçük sincabım’a ne gerek…

***

Yorum Yazmak İster misin?