Yüzyıllık Yalnızlık – G.G.Màrquez

Gabriel Garcìa Màrquez, Yüzyıllık Yalnızlık

Romanın arka kapak yazısında Marquez‘in ağzından dile gelen “kitabımda gerçekliğe dayanmayan tek cümle bulamazsınız” ön bilgisi ile masalla gerçek arasında yazılmış bu uzun hikayeyi okumaya başlıyorum.

Masal ile gerçek o denli uyumlu bir şekilde yer ediyorlar Yüzyıllık Yalnızlık‘ta. Marques değil ama diğerleri bu anlatıma Büyülü Gerçekçilik diyorlar ve Marquez’i de bu akımın önde gelen yazarları arasına koyuyorlar.

Buendia Ailesi‘nin soyağacını gösteren bir ilk sayfa ile başlıyoruz okumaya.

Beşinci kuşağa kadar giden bir ailenin yüzyıllık öyküsü.

Başlarda karakterlere hakim olmak biraz zor oluyor. Birbirinin benzeri ve fazla sayıda yer alan isimler, kimin kim olduğunu karıştırmama sebep olurken, ilk sayfadaki ağaç yardıma yetişiyor.

Herbir karakter öyle özenle ve öyle ustaca oluşturuluyor ki tüm kitap boyunca zamanla herbiri ana kahramana bürünüyor. Diğerinden farklı ama sonunda Buendia ailesinden doğan hikayeleri ortaya çıkıyor.

Büyükbüyükbaba Jose Arcadio‘nun kurduğu Macondo kasabasında hayal bir dünya başlıyor biz okurlar için. “İşte bu, çağımızın en büyük icadı” denilen buzun şehre gelmesi ile medeniyetin kurulumu başlıyor. Ama o şehre ait olmak o topraklar üstünde ölümü tatmak ile mümkün olmalı.

“İnsanın oturduğu toprakların altında ölüleri yoksa, o adam o toprağın insanı değildir”

Ölüp dirilen bilge adam. Uzun süren savaş yılları. Diktatörler. Hep yenilen ama hep kahraman bir Albay. Aşık olunan adam için rekabet eden iki üvey kardeş. Türklerin yaptığı gül reçelleri. Cennete uçan bir güzel. Yalnızlık.

“Önsezilerinin de kendisini terk ettiği, yapayalnız bir adam olan ve ölene dek yakasını bırakmayacak üşümeden kaçmaya çalışan Aureliano…”

1982 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan Marquez, okuyucusunu sayfa sayfa içine çekiyor ve Yüzyıllık Yalnızlık’a ortak ediyor.

***